12 Kasım 2014 Çarşamba

Cehennemde yer kalmadığında : Dawn of the Dead (1979)


Zombi dediğimiz varlığı kim sevmez ki. Ölü bedenin içinde birçok paradoksu ve bir zamanlar insanlığın parçası olması adına bizlerin yansımasıdır yaşayan ölüler. Önce Afrika oradan da Karayip denizi ada ülkelerine. Bir açıdan da Köle tacirlerine borçluyuz zombileri daha doğrusu emperyalizm in bir armağanı olduğu reddedilemez.






Bu yazı 10.11.2014 tarihinde Radiorgasm.net adresinde yaptığım Deli Lordun Günlükleri adlı programdaki konun detaylandırılmış halidir. İsteyenler listeyi yayın akışıyla birlikte takip edebilirler.
                                           
                            ''Radyo yayını dinlemek için buraya tıklayınız''




Kölelikten yamyamlığa zombiler

Başta sadece sınıf farklılığını temsil eder yaşayan ölüler. Yeni kıtaların keşfi, Fransız milliyetçi burjuva devrimi ve ardından gelen sanayileşmeyle birlikte yaşan ölüler de hayatın bir parçası haline gelir. İlk Zombi filmi olan 1932 yapımı White Zombie’de Ölümsüz Bela Lugosi’nin zombileri köle olarak çalıştırdığı izleriz. 12 sene sonra Fransız sinemasının önemli yönetmenlerinden Jacques Tourneur, 1944 yılında çektiği I Walked With a Zombie filmiyle bir aile dramını anlatır. Toprak sahibi Burjuva bir aileye özgü  trajediyi gözler önüne serer. Ancak bu trajedi kendi vatanında değil. Yeni Dünya kıtasında yabancıların ülkesinde gerçekleşir. Her iki filmde de asıl kötücül ilkeleriyle otoriter tutum sergileyen Batılılardan kaynaklanan sorunları göz önüne serer. Bu bağlamda emperyalist ve kapitalist yaklaşımların getirdiği medeniyet anlayışının farklı bir anlatımla yansımasını gözler önüne serer.

Bu süre boyunca köle olarak sinemada klasik canavarlar anlayışı içinde yer alan yaşayanlar ölüler George Romero’nun yeni anlatımı diliyle yepyeni bir hale gelmiştir. Köleler artık düzene başkaldıran nihilist yamyamlara dönüşecektir.




1968 yılında Romero’yu günümüz zombilerinin babası haline getirecek film olan Night of the Living Dead zombilerin zincirlerini kırıp gördükleri tüm canlıları çiğ çiğ yediğini görmeye başlarız. İnsan gözüyle zombiler beyinsiz varlıklardır, tıpkı bir Burjuva gözünden kölelerin ve işçilerin düşük seviyeli olarak görülmesi gibi. Ancak sadece kafalarından kurşun yediklerinde ölüler. Bu durum bizleri kaçınılmaz bir paradoksla karşı karşıya bırakır. Night of The Living Dead filminde kısaca Toplumsal ve Ekonomik çalkantıların karanlık bir dilde yorumunu gözlemleriz.
Bir dönemin karayip bölgelerinde gezinen aç ve susuz çalıştırılan zombiler artık beyaz adamın topraklarında onların bol yağlı etlerinin peşinde koşmaktadır.

Cehennemde Yer Kalmayınca Ölüler Dünyada Yürüyecek.

Romero yıllar sonra Dario Argento’nun yapımcılığı üstlenmesiyle çektiği Dawn of the Dead (1979) filmiyle korku sineması içinde tüketim eleştirisi, ırkçılık ve ABD’nin konjonktürünü kanlı bir dilde anlatmaktadır. Burada gördüğümüz zombilerden kaçarak bir alışveriş merkezine sığınan insanların, bir süre sonra nasıl kabuk değiştirdiğini bizlere gösterir. Bir diğer önemli yaklaşım ise zombi kavramının mutlak kötü olmaktan çıkararak insanoğlunun kendi çürümüşlüğüne ayna tutar. Kapitalist düzen içinde insan zombilerden daha tehlikelidir. Öldürmek için dahi yarıştıklarını gördüğümüz Dawn of the Dead filminde aynı zamanda iyi ve kötünün taraf değiştirdiğini gözlemleriz. Bu eylemlilik durumu gerçek hayatımızda birçok toplumsal olayla karşımıza çıkan bir durumdur. Bastırılmış halinden memnun olan toplumun yozlaşmış halini Alegorik bir dille anlatmıştır.



Aslında film içindeki bir diyalog bizleri her şeyi anlatır.

Francis sorar: Bunlarda kim böyle? Peter etrafa bakar: Onlar biziz hepsi bu.

Not: Bu yazı ilk kez Bağımsız Akımın zombi filmleri gösteriminde paylaşılmıştır.

Lord magius/Haribo extreme culture aittir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts with Thumbnails