1968 ve 1990 yılları,20. yüzyılın dönüm noktaları içinde yer alan
tarihlerdir. 1968, 2. Dünya Savaşı sonrası yeni yetişen kuşağın kendini ve
dünyayı değiştirme çabasının simgeleştiği tarihtir. 1990 ise SSCB’nin
dağılmasından bir sene öncesi ama dağılmanın emareleri o an çok açık görülmekteydi.
Çekimlerin bu tarihlerde gerçekleştirilmesi tesadüf mü bilinmez, ancak
özellikle ilk çekilen filmin dönemine damga vuran yol açıcı bir yapım olduğu
kesin. Günümüzde de devam eden muazzam etkisi, bu konu üzerine çekilen
filmlerin ve dizilerin yaygınlığıyla ve popüler kültürdeki klişe derecesine
gelen kullanımıyla açık seçik görülebiliyor.
İlk filmde zombileşmenin
nedeni Venüs’e çok yakın geçen uzay aracının aşırı radyasyon içermesinden ötürü
yok edilmesi ve kalıntılarının nükleer serpintiyle dünyaya yayılmasıdır. Bu
aslında o dönemde tüm hızıyla devam eden soğuk savaşın sıcak savaşa dönüşmesi
ve nükleer bombaların gölgesinde kendini korunaklı gören toplumların sıcak
savaşla tanışması korkusunun bir yansımasıdır. İkinci filmde ise zombileşmenin
kaynağı olarak mahkûmlarda denenen bazı kimyasal maddelerin aşırı kullanımı ve
mutasyon sonrası hızla yayılması gösterilir.
Dönemlere göre toplumun korku
öğelerinin ne kadar değiştiğinin canlı kanıtıdır bu: İlk filmin çekildiği
dönemde soğuk savaş belli bir yumuşamaya rağmen sert şekilde yaşanıyor ve atom
bombası her iki taraf için dehşet dengesini kuran ciddi bir korkutucu güçtür.
İkinci
filmin çekildiği dönemde ise tüm dünyada ve özellikle Doğu Bloğu ülkelerinde
liberalizm artık zafer kazanmak üzeredir. Ancak aynı dönemde artık soğuk
savaşın parçası nükleer silahlar değil, özellikle o dönemde kimyasal silahların
kullanıldığı örneklerle ( İran-Irak Savaşı, Halepçe ) kimyasal-biyolojik silahlar
artık bir korku öğesi durumuna dönüşmüştür. İkinci film, aynı zamanda ilaçlara
ciddi şekilde bağımlılığı artan Amerikan toplumunun durumuna dikkat çekmek
istemiş de olabilir.
NIGHT OF THE LIVING DEAD ilk olarak 1968’de çekildi.
Yönetmen koltuğunda aynı zamanda özgün senaryonun yazarlarından ( diğer yazar
John RUSSO ) George ROMERO oturmaktaydı. Kendine özgü tarzı ve daha önce
sinemada hiç bahsedilmeyen zombi temasını dönemin sosyopolitik atmosferiyle
ustaca harmanlayarak yeni bir dönemin kapısını araladı.
İlk filmde filmin baş kadın karakteri Barbara zombilerden
kurtularak bir köy evine sığınır. Bir süre sonra buraya sığınan Ben’in de
yardımıyla zombilere karşı koyarlar. Ancak Barbara korkunç bir bunalım içine
düşmüştür. Kardeşini kaybetmiş ve zorluklarla dolu bir dünyada yapayalnızdır.
Bunalımı atlatmak için tek bulduğu yol pasifleşmek ve kayıtsız kalmaktır.
Burada George ROMERO bize Barbara üzerinden 2. Dünya Savaşı sonrası Amerikan
toplumundaki kadınların durumunu tasvir eder. Savaş sırasında işgücüne zorunlu
katılım sonrası klasik ev yaşamı döngüsünü kıran ve özgürleşen kadınlar
cepheden dönen kocalarının varlığıyla kazandıkları göreli özgürlüğü
kaybetmişlerdir. Kapalı bir dünyanın iç bunalımlarını yaşayan Barbara
sıkışmışlığını aşamamaktadır.
1990’da NIGHT OF THE
LIVING DEAD, Tom SAVINI tarafından yeniden çekildi. Yeni çekilen film eskinin
bir kopyası değildi, bir nevi George ROMERO’nun öğrencisi diyebileceğimiz Tom
SAVINI dönemin atmosferini kendi üslubuyla değerlendirerek filmi yeniden yorumlamış
ve ilk filmin yaratıcı ruhunu devam ettiren bir yapıma imza atmıştır.
Vietnam’da bir süre savaş fotoğrafçısı olan SAVINI, tür içinde kendi tarzını
yaratabilen isimlerden biridir.
İkinci film gişede istediğini elde edemese de içeriğiyle
izleyiciyi tatmin etmeyi başarıyor.
İkinci filmde Barbara’yı farklı bir ruh haline
bürünmüş olarak görüyoruz. Korku iz sürse de, Barbara ilk filmden farklı olarak
artık kayıtsızlık ve pasiflik yerine mücadeleyi seçiyor ve böylece hayatta
kalmayı başarıyor. Mücadeleyi sürekli hale getirerek hem kendisinin hem de
yanındakilerin varlığını koruyor. Bu noktada tekrar Amerikan toplumuna bakacak
olursak, yaşanan büyük dönüşümlerin ( 1968 Hareketi, Vietnam Savaşı Karşıtı
Hareket ) etkisiyle kendini de dönüştüren bireyleri, özellikle kadınları sahnede
görüyoruz.İkinci filmin sonuna yaklaştığımızda kurtarma ekipleri ve
kurtarma sonrası durum tasvir ediliyor. Burada kurtarma sonrası kontrol
altındaki bölgeyi görmekteyiz. Kurtarma ekiplerinin hoyratlığı ve bayağılığını
( buldukları iki zombiyi çit çevirip dövüştürmeleri, ayaklarından ipe astıkları
zombileri vurma yarışı gibi ) gören Barbara’nın sözleri dikkat çekicidir: Biz
onlarız, onlar da biziz! Aslında bu Barbara’nın o ana kadar fark etmediği
veya fark edemediği bir şeyi de ifade etmektedir, içinde zombisi olmayan
‘normal’ hayat, aslında zombi yaşamından daha da anormal. ‘‘Yaşayan ölüler’’in yani
sıradan insanların yaşamı aslında zombileri kat kat aşan aşağılık, hoyrat bir
yaşam: İlkel vahşi bir düzende sürü
halinde hareket eden zombiler, ölümün ardını gördüğü için yaşamı asla
doymayacak bir açlıkla arzulamaktadırlar, ancak bunu sadece kendi durumlarını
korumak için yapmaktadırlar.
Yaşayanlar ise ( oradakiler kastedilerek aslında
toplumun çoğunu kapsadığını düşündüğüm ) bunu tamamıyla bir ‘redneck’ kültürü
ile galiplerin yenilenleri iyice aşağıladığı bir sahneye dönüştürüyorlar. Bu
dönüşüm aslında Kızılderilileri yok eden, siyahîleri ezen toplumsal dinamiğin
devamı ve şaşırtıcı değil. Ancak bu yaşanan sadece ‘redneck’ kültürüyle
açıklanabilecek bir olgu da değil. Kızılderilileri yok eden, başta siyahîler
olmak üzere ‘öteki, yabancı’ tüm unsurları ezen, dışlayan bu yapının kökleri Amerika’nın
ilk koloniler dönemine dek gidiyor. Kolonilerin üretici asli unsuru olarak
‘devşirilen’ ve temelde WASP (White, Anglosaxon, Protestant – Beyaz,
Anglosakson, Protestan) olarak tanımlanabilecek bu sosyolojik yapının taşradaki
uzantıları dışarıya kapalı kalmalarının ve ezilmelerinin kendinde yarattığı
öfkeyi bu gibi ‘zararsız’ şiddet aktiviteleriyle boşaltmaktadırlar. Hatta
Barbara’nın sığındığı evde ilk gördüğü objeler olan avlanan hayvanların duvarda
sergilenen kafaları bu kültürün estetik anlayışına başka bir örnektir. Duvarda
sergilenen aslında bu şiddetin donmuş ve ölü halidir.
Bu Yazı Extremeharibo için Akman Demirkan Tarafından Hazırlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder