27 Kasım 2015 Cuma

NIGHT OF THE LIVING DEAD: ZOMBİLEŞEN İNSANLAR, KİTLESELLEŞEN ZOMBİLER




1968 ve 1990 yılları,20. yüzyılın dönüm noktaları içinde yer alan tarihlerdir. 1968, 2. Dünya Savaşı sonrası yeni yetişen kuşağın kendini ve dünyayı değiştirme çabasının simgeleştiği tarihtir. 1990 ise SSCB’nin dağılmasından bir sene öncesi ama dağılmanın emareleri o an çok açık görülmekteydi. Çekimlerin bu tarihlerde gerçekleştirilmesi tesadüf mü bilinmez, ancak özellikle ilk çekilen filmin dönemine damga vuran yol açıcı bir yapım olduğu kesin. Günümüzde de devam eden muazzam etkisi, bu konu üzerine çekilen filmlerin ve dizilerin yaygınlığıyla ve popüler kültürdeki klişe derecesine gelen kullanımıyla açık seçik görülebiliyor.

  İlk filmde zombileşmenin nedeni Venüs’e çok yakın geçen uzay aracının aşırı radyasyon içermesinden ötürü yok edilmesi ve kalıntılarının nükleer serpintiyle dünyaya yayılmasıdır. Bu aslında o dönemde tüm hızıyla devam eden soğuk savaşın sıcak savaşa dönüşmesi ve nükleer bombaların gölgesinde kendini korunaklı gören toplumların sıcak savaşla tanışması korkusunun bir yansımasıdır. İkinci filmde ise zombileşmenin kaynağı olarak mahkûmlarda denenen bazı kimyasal maddelerin aşırı kullanımı ve mutasyon sonrası hızla yayılması gösterilir. 


Dönemlere göre toplumun korku öğelerinin ne kadar değiştiğinin canlı kanıtıdır bu: İlk filmin çekildiği dönemde soğuk savaş belli bir yumuşamaya rağmen sert şekilde yaşanıyor ve atom bombası her iki taraf için dehşet dengesini kuran ciddi bir korkutucu güçtür.

 İkinci filmin çekildiği dönemde ise tüm dünyada ve özellikle Doğu Bloğu ülkelerinde liberalizm artık zafer kazanmak üzeredir. Ancak aynı dönemde artık soğuk savaşın parçası nükleer silahlar değil, özellikle o dönemde kimyasal silahların kullanıldığı örneklerle ( İran-Irak Savaşı, Halepçe ) kimyasal-biyolojik silahlar artık bir korku öğesi durumuna dönüşmüştür. İkinci film, aynı zamanda ilaçlara ciddi şekilde bağımlılığı artan Amerikan toplumunun durumuna dikkat çekmek istemiş de olabilir.




NIGHT OF THE LIVING DEAD ilk olarak 1968’de çekildi. Yönetmen koltuğunda aynı zamanda özgün senaryonun yazarlarından ( diğer yazar John RUSSO ) George ROMERO oturmaktaydı. Kendine özgü tarzı ve daha önce sinemada hiç bahsedilmeyen zombi temasını dönemin sosyopolitik atmosferiyle ustaca harmanlayarak yeni bir dönemin kapısını araladı.

  İlk filmde filmin baş kadın karakteri Barbara zombilerden kurtularak bir köy evine sığınır. Bir süre sonra buraya sığınan Ben’in de yardımıyla zombilere karşı koyarlar. Ancak Barbara korkunç bir bunalım içine düşmüştür. Kardeşini kaybetmiş ve zorluklarla dolu bir dünyada yapayalnızdır. Bunalımı atlatmak için tek bulduğu yol pasifleşmek ve kayıtsız kalmaktır. Burada George ROMERO bize Barbara üzerinden 2. Dünya Savaşı sonrası Amerikan toplumundaki kadınların durumunu tasvir eder. Savaş sırasında işgücüne zorunlu katılım sonrası klasik ev yaşamı döngüsünü kıran ve özgürleşen kadınlar cepheden dönen kocalarının varlığıyla kazandıkları göreli özgürlüğü kaybetmişlerdir. Kapalı bir dünyanın iç bunalımlarını yaşayan Barbara sıkışmışlığını aşamamaktadır.




 1990’da NIGHT OF THE LIVING DEAD, Tom SAVINI tarafından yeniden çekildi. Yeni çekilen film eskinin bir kopyası değildi, bir nevi George ROMERO’nun öğrencisi diyebileceğimiz Tom SAVINI dönemin atmosferini kendi üslubuyla değerlendirerek filmi yeniden yorumlamış ve ilk filmin yaratıcı ruhunu devam ettiren bir yapıma imza atmıştır. Vietnam’da bir süre savaş fotoğrafçısı olan SAVINI, tür içinde kendi tarzını yaratabilen isimlerden biridir.

 İkinci film gişede istediğini elde edemese de içeriğiyle izleyiciyi tatmin etmeyi başarıyor.

  İkinci filmde Barbara’yı farklı bir ruh haline bürünmüş olarak görüyoruz. Korku iz sürse de, Barbara ilk filmden farklı olarak artık kayıtsızlık ve pasiflik yerine mücadeleyi seçiyor ve böylece hayatta kalmayı başarıyor. Mücadeleyi sürekli hale getirerek hem kendisinin hem de yanındakilerin varlığını koruyor. Bu noktada tekrar Amerikan toplumuna bakacak olursak, yaşanan büyük dönüşümlerin ( 1968 Hareketi, Vietnam Savaşı Karşıtı Hareket ) etkisiyle kendini de dönüştüren bireyleri, özellikle kadınları sahnede görüyoruz.İkinci filmin sonuna yaklaştığımızda kurtarma ekipleri ve kurtarma sonrası durum tasvir ediliyor. Burada kurtarma sonrası kontrol altındaki bölgeyi görmekteyiz. Kurtarma ekiplerinin hoyratlığı ve bayağılığını ( buldukları iki zombiyi çit çevirip dövüştürmeleri, ayaklarından ipe astıkları zombileri vurma yarışı gibi ) gören Barbara’nın sözleri dikkat çekicidir:  Biz onlarız, onlar da biziz! Aslında bu Barbara’nın o ana kadar fark etmediği veya fark edemediği bir şeyi de ifade etmektedir, içinde zombisi olmayan ‘normal’ hayat, aslında zombi yaşamından daha da anormal. ‘‘Yaşayan ölüler’’in yani sıradan insanların yaşamı aslında zombileri kat kat aşan aşağılık, hoyrat bir yaşam:  İlkel vahşi bir düzende sürü halinde hareket eden zombiler, ölümün ardını gördüğü için yaşamı asla doymayacak bir açlıkla arzulamaktadırlar, ancak bunu sadece kendi durumlarını korumak için yapmaktadırlar. 




  Yaşayanlar ise ( oradakiler kastedilerek aslında toplumun çoğunu kapsadığını düşündüğüm ) bunu tamamıyla bir ‘redneck’ kültürü ile galiplerin yenilenleri iyice aşağıladığı bir sahneye dönüştürüyorlar. Bu dönüşüm aslında Kızılderilileri yok eden, siyahîleri ezen toplumsal dinamiğin devamı ve şaşırtıcı değil. Ancak bu yaşanan sadece ‘redneck’ kültürüyle açıklanabilecek bir olgu da değil. Kızılderilileri yok eden, başta siyahîler olmak üzere ‘öteki, yabancı’ tüm unsurları ezen, dışlayan bu yapının kökleri Amerika’nın ilk koloniler dönemine dek gidiyor. Kolonilerin üretici asli unsuru olarak ‘devşirilen’ ve temelde WASP (White, Anglosaxon, Protestant – Beyaz, Anglosakson, Protestan) olarak tanımlanabilecek bu sosyolojik yapının taşradaki uzantıları dışarıya kapalı kalmalarının ve ezilmelerinin kendinde yarattığı öfkeyi bu gibi ‘zararsız’ şiddet aktiviteleriyle boşaltmaktadırlar. Hatta Barbara’nın sığındığı evde ilk gördüğü objeler olan avlanan hayvanların duvarda sergilenen kafaları bu kültürün estetik anlayışına başka bir örnektir. Duvarda sergilenen aslında bu şiddetin donmuş ve ölü halidir.


Bu Yazı Extremeharibo için Akman Demirkan Tarafından Hazırlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts with Thumbnails