13 Mart 2015 Cuma

Kabusların Gerçeğe Dönüştüğü Film: Nightmare City (1980)




Yaşayan ölüler ya da Zombiler ne olarak adlandırsanız adlandırın biz insanlığın unutulmuş bir parçasıdır. George Romero 1968 yılında çektiği Night of The Living Dead filmiyle zombie kavramını yeniden yorumlamıştır. Bu yeniden yorumlaması daha sonraki yıllarda gelecek olan Voodoo temalı zombi filmlerinin dahi açısını değiştirecektir. Romero’nun yeniden şekillendirdiği zombilerin başlangıç noktası olan Night of the Living Dead (1968) ile Day of the Dead (1985) ‘e kadar baktığımızda göreceğimiz tablo sanayi devriminden bulunduğumuz noktaya insanlığın yakın tarihidir. Bu tabloyu bir periyodik cetvel üzerine dökecek olursak eğer bu şablonu oluşturan 3 kemik filmin arasına geriye kalan tüm zombi filmlerini yerleştirebiliriz. Zombi filmlerinin temalarını bir araya topladığımızda tek bir ortak noktada buluşmaları da kaçınılmazdır: Dünyanın sonu.

Medeniyetin ilk günlerinden beri insanlık yok oluşu, kıyameti ve Dünyanın sonunu beklemektedir. Bu anlatıyı ve kurguyu zombi filmleri en vurucu şekilde vermesine rağmen, karşımıza çıkan her toplumun kendi çürümüşlüğüyle yüz yüze kalması ve kendi kendinin sonunu getirmesi üzerinden bir anlatı iletmektedir. Kapitalist eleştiri doğrultusunda yerinde bir eleştiri olsa da, toplumlar arası savaşlar dünya tarihinin kaçınılmazıdır.

Tüm bu anlatılanların ışığında Nightmare City’i sanırım bu vahşi sinema anlatısı içindeki özel filmlerden biri.


Kâbus Şehri, Yürüyen Ölülerin Şehri ya da Atomik Zombilerin İstilası



Umberto Lenzi 1980 yılında çektiği Nightmare City günümüzden bakıldığında diğer zombi filmlerinden ince bir çizgiyle ayrılan bir film. İşleniş olarak Dawn of the Dead (1978) andırsa da. Döneminin ilerisinde bir film olduğunu söylemek gerekir. Soğuk savaşın son dönemine kadar izlediğimiz korku/bilim-kurgu tarzındaki birçok filmle ötüşmeler gösteren Nigtmare City başlangıcındaki hava alanı sahnesiyle bu benzeşmeyi bizlere sunar. Bir diğer önemli nokta ise Nükleer çalışmalardır. Filmin tamamında buna değinilmektedir. Geriye dönüp baktığımızda Invasion of the Body Snatchers gibi 1950’lerin işgal anlatımı, soğuk savaş ideolojisini ve görünmez düşman kavramlarını Nightmare City (1980) ‘de fazlasıyla gözlemleriz. Bu anlamda nerden geldiği ve nereye ait olduğu belli olmayan bir uçaktan inen saldırgan zombiler başka bir toplumun topraklarını istilaya neden olurlar. 1980’lerin ortalarında sinemanın birçok türünde göreceğimiz anti-militarist ve otorite karşıtı yaklaşımlar Nightmare City’de ilk tohumlarını vermiştir. Bu nereden geldiği belli olmayan ve taze kanla beslenerek dehşet saçan zombiler önce bir televizyon kanalına ardından şehir trafosuna ve son olarak da hastaneye saldırırlar ve zaman içinde iletişim ağı kopar. Böyle bir durum toplum içi dinamiklerin canavarlaşmasından daha ürkütücüdür. Yabancılık kavramı Avrupa sinemasında sıklıkla işlenen temalardan biridir. Özellikle İtalyan giallo türündeki yapımlarda farklı anlatımları karşımıza çıkar. Ancak Nightmare City’deki anlatı direk olarak düşmana eş değerdir.


Umberto Lenzi’nin bu dönemin ötesindeki filmi kısaca Kâbusları gerçeğe dönüştürmektedir…

Lord magius/Haribo extreme culture aittir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts with Thumbnails