Yaşayan ölüler ya da Zombiler ne olarak adlandırsanız
adlandırın biz insanlığın unutulmuş bir parçasıdır. George Romero 1968 yılında
çektiği Night of The Living Dead filmiyle zombie kavramını yeniden
yorumlamıştır. Bu yeniden yorumlaması daha sonraki yıllarda gelecek olan Voodoo
temalı zombi filmlerinin dahi açısını değiştirecektir. Romero’nun yeniden
şekillendirdiği zombilerin başlangıç noktası olan Night of the Living Dead
(1968) ile Day of the Dead (1985) ‘e kadar baktığımızda göreceğimiz tablo sanayi
devriminden bulunduğumuz noktaya insanlığın yakın tarihidir. Bu tabloyu bir
periyodik cetvel üzerine dökecek olursak eğer bu şablonu oluşturan 3 kemik
filmin arasına geriye kalan tüm zombi filmlerini yerleştirebiliriz. Zombi
filmlerinin temalarını bir araya topladığımızda tek bir ortak noktada
buluşmaları da kaçınılmazdır: Dünyanın sonu.
Medeniyetin ilk günlerinden beri insanlık yok oluşu,
kıyameti ve Dünyanın sonunu beklemektedir. Bu anlatıyı ve kurguyu zombi
filmleri en vurucu şekilde vermesine rağmen, karşımıza çıkan her toplumun kendi
çürümüşlüğüyle yüz yüze kalması ve kendi kendinin sonunu getirmesi üzerinden
bir anlatı iletmektedir. Kapitalist eleştiri doğrultusunda yerinde bir eleştiri
olsa da, toplumlar arası savaşlar dünya tarihinin kaçınılmazıdır.
Tüm bu anlatılanların ışığında Nightmare City’i sanırım bu
vahşi sinema anlatısı içindeki özel filmlerden biri.
Kâbus Şehri, Yürüyen Ölülerin Şehri ya da Atomik Zombilerin İstilası
Umberto Lenzi 1980 yılında çektiği Nightmare City günümüzden
bakıldığında diğer zombi filmlerinden ince bir çizgiyle ayrılan bir film.
İşleniş olarak Dawn of the Dead (1978) andırsa da. Döneminin ilerisinde bir
film olduğunu söylemek gerekir. Soğuk savaşın son dönemine kadar izlediğimiz
korku/bilim-kurgu tarzındaki birçok filmle ötüşmeler gösteren Nigtmare City
başlangıcındaki hava alanı sahnesiyle bu benzeşmeyi bizlere sunar. Bir diğer
önemli nokta ise Nükleer çalışmalardır. Filmin tamamında buna değinilmektedir. Geriye
dönüp baktığımızda Invasion of the Body Snatchers gibi 1950’lerin işgal anlatımı,
soğuk savaş ideolojisini ve görünmez düşman kavramlarını Nightmare City (1980) ‘de
fazlasıyla gözlemleriz. Bu anlamda nerden geldiği ve nereye ait olduğu belli
olmayan bir uçaktan inen saldırgan zombiler başka bir toplumun topraklarını
istilaya neden olurlar. 1980’lerin ortalarında sinemanın birçok türünde
göreceğimiz anti-militarist ve otorite karşıtı yaklaşımlar Nightmare City’de
ilk tohumlarını vermiştir. Bu nereden geldiği belli olmayan ve taze kanla
beslenerek dehşet saçan zombiler önce bir televizyon kanalına ardından şehir
trafosuna ve son olarak da hastaneye saldırırlar ve zaman içinde iletişim ağı
kopar. Böyle bir durum toplum içi dinamiklerin canavarlaşmasından daha
ürkütücüdür. Yabancılık kavramı Avrupa sinemasında sıklıkla işlenen temalardan
biridir. Özellikle İtalyan giallo türündeki yapımlarda farklı anlatımları
karşımıza çıkar. Ancak Nightmare City’deki anlatı direk olarak düşmana eş
değerdir.
Umberto Lenzi’nin bu dönemin ötesindeki filmi kısaca Kâbusları
gerçeğe dönüştürmektedir…
Lord magius/Haribo extreme culture aittir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder